29 Ekim 2008

Yalnızlık

Yalnızlık...yaşam ve ölüm arasındaki kadar ince bir çizgi... arzulanan ve korkulan arasındaki kadar...Arzulanandan korkmak kadar kaotik...Yalnızlığı arzulayacak kadar yorgun ama aynı zamanda yalnızlıktan korkacak kadar yalnızlığa aşina ve hatta alışık...Kalabalığın tam ortasında gürültünün heryerde ve her şekilde olduğu anlarda bile iç sesini duyabilecek kadar dalgın ve soyut...beyninin içindeki bir aynada insana kendi simasını gösterecek ve şaşırtacak kadar ve hatta o insafsız aynadaki yansımayı anılardaki nadir yüz ifadesiyle kıyaslatacak kadar gaddar...Benliğinin içinde dipsiz ve de geniş bir kuyunun tam ortasında sakladığın...iş, arkadaş, çevre veya aşk için takınılan mecburi yüz ifadelerini çıkardığın zaman geriye kalan...yalnızlık...bazen nefret edilen ama kimi zaman da özlenen...aşk gibi yani...dostluk gibi yani...aile – dost – aşk – yalnızlık...bu kadar benzeştikleri için mi en katlanılası olanlar bunlar...bu kadar benzeştikleri için mi yaşamın ve hatta mutluluğun kısa tanımı olanlar onlar...yoksa kıskanç yalnızlığın bile özveri ile anlayış gösterebildiği ve benlikteki yerini paylaşmaya razı gelebildiği oldukları için mi aile – dost – aşk vazgeçilmez olanlar...

Yaşam içinde yalnızlığın tadını çıkarabilmek mi olgunluk yoksa yalnızlığın tadını çıkarabilecek bir yaşamı kurabilmek mi...

İnsanın adına ruh dediği ve göğüs kafesinin içindeki o anlamsız boşluk hissi mi aslında yalnızlık...bu yüzden mi insanın her anında yanında olan tek duygu...aslında yalnızlık denen insanın ruhu mu?...Ruh kadar Tanrı’sal olduğu için mi bu kadar tanımsız veya sonsuz tanıma sahip olan tek duygu...

Yalnızlık...sorguladıkça artan ve her gidişin ardından hep arda kalan...

Yalnızlık içimizdeki sonsuzluk...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder